“Play Tuşuna Basamamak” – Bardağın Boş Tarafı

Aykut Hocamın deyimiyle “Bay Muhalefet” olarak ve can sıkıntısından da mütevellit, birbirimizi motivasyona boğmaya çalıştığımız şu günlerde ben üzerime düşeni yapıp, neden play tuşuna basmalıyız konusunda değil de (herkes yazdı çizdi zaten), “Neden Play Tuşuna Basamıyoruz” konulu bir blog yazmayı düşündüm ve yazıyorum.

Daha iyi bir hayat, daha sağlıklı bir hayat, özgüven, mutluluk, dayanıklılık, eski sevgiliden intikam, kendimizle barışmak, kendimizi yenmek… Bunlar neden P90X yapmamız gerektiğinin ya da yaptığımızın sebepleri. Bunları daha da çoğaltabiliriz ama P90X yaparken hepimizin yaşadığı en büyük sorun ve hatta yarım kalan pek çok P90X macerasının temel sebebi motivasyon…

Videolar, şarkılar, türküler, başarı hikayeleri, deneyimler ve daha pek çok motivasyon aracına rağmen, ve dahi ihtiyacımız bizi spor yapmaya hatta P90X yapmaya yönlendirirken, neden biz o “play tuşuna” basamıyoruz?

Basamıyor muyuz yoksa basmıyor muyuz? Ya da basmamıza engel olan bir şeyler mi var? Engeller fiziki ise benim aklıma “play tuşunun bozuk olması” geliyor ki pek geçerli bir sebep değil! Zaten bu sebeple basmayan da yoktur. Atari salonunda kol bozuk diye zırlayan ergenler olarak bu tip bir savunmanın artık inandırıcı olmayacağını çoktan anladık, o yaşları geride bıraktık.

Peki o zaman niye basmıyoruz? Bu sorunun tek bir cevabı var;

“BEYİN”

Beyin her ne kadar bedava olsa da, yani bize doğuştan verilmiş, parayla, takasla edinmiş olmasak da, kullanım maliyeti denen bir şey var. Bu Amerika’nın bize uçak satıp, kaynak kodlarını vermemesi gibi bir şey :-)

Beynimizi ikiye ayrılıyor. Sağ ve sol lob olarak değil elbette. O ayrım konumuzun dışında. Beyin denen organın içinde iki insan yaşar. Biri “biz”, diğeri “faili meçhullerimizin sebebi olan yabancı birisi”… Slogan haline getirilmiş olan “Benim vücudum benim kararım” sözü aslında kocaman bir yalan. Vücut bizim değil. Beynimizi paylaştığımız o yabancının ve tüm hakları kendisinde saklı.

Biz yaşadığımız süre boyunca birçok konuda bedenimiz üzerinde söz sahibiyiz. Kolunuza dövme yaptırabilirsiniz, burnunuza halka taktırabilirsiniz, saçlarınızı şekilden şekile sokabilirsiniz ama ne kadar endorfin ya da seratonin salgılayacağınıza karar veremezsiniz. Ya da hastalandığınızda, solunum yollarına, 500 tane takviye akyuvar daha yollayalım, mikropları hilal taktiği ile çembere alalım diyemezsiniz. Onu programlandığı şekilde, o yabancı arkadaş halleder.

Hani hep deriz ya; mantığım “a” diyor ama kalbim “b” diyor diye. İşte o kalp dediğimiz aslıda bu yabancı arkadaştır ve sürekli kuyumuzu kazar. Peki niye? Kendi rahatı ve en temel görevi olan vücudun birlik ve beraberliğini sağlamak, dahili ve harici düşmanlardan korumak kısaca ağzımızın tadı kaçmasını engellemek için.

Peki bu ne demek?

Örneklerle gideceğim. Yolda yürürken, köşeyi döner dönmez bir köpekle burun buruna gelirsiniz. Saniyenin onda biri kadarlık bir zaman diliminde, göz bebekleriniz daha iyi bir görüş sağlamak için büyür, ağzınız daha fazla oksijen için açılır, elleriniz vücudunuza siper olarak değişik şekillerde gardını alır, bacak kaslarınız aniden kasılır ve olduğunuz yerde kalır, sonra hamlenizi yapıp, geriye ya da yana hamle yaparsınız. Adrenaliniz artar ki, kaçmak gerekirse patlayıcı güç sağlamak için. Bunların hepsi istem dışı ve otomatik olarak gerçekleşir. Siz yolda yürürken, olay gerçekleştiğinde, o arkadaş direksiyonu devralır ve tüm bu tepkileri anında verir. Eğer bu tepkileri o değil de biz veriyor olsaydık, köpeği görüp tehlikeyi tanımlamak, alınacak önlemleri düşünüp, içlerinden en uygunlarını seçmek üzere karar verme aşamasına girer ve muhtemelen köpeğin dişlerini daha düşünmemiz bitmeden bacağımızda hissederdik.

“Arkadaş” bu önemli ve hayati kararları pek çok yerde ani ve otomatik olarak verir ve vücudu korumaya alır. Sizin savunma geliştirmenizi beklemez. Sizin sözünüz geçmez. Reflekslerimiz bunun için vardır.

Misal hiç kimse kendi gırtlağını sıkarak kendini boğamaz, ya da nefesini tutarak… Olayın gelişimi tehlike çizgisine geldiğinde, siz devre dışı kalırsınız ve o arkadaş, direksiyona geçip, hayatta kalmayı sağlayacak tedbirleri devreye sokar. Vücudun sağlığının korunması bu şekilde olurken, bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım. Beynimiz vücudun sağlıklı tutulmasının yanında rahat etmesini de sağlamakla görevlidir. Yani öyle programlanmıştır.

Yoksa “kalkmışken bana da bir bardak su getir” demenin başka bir izahı yoktur. Rahat önemlidir. Çişiniz geldiğinde, kalkıp tuvalete gitmek yerine tutmayı tercih etmemizin sebebi de budur. Tuttuğumuz çiş, bir müddet sonra “kötü şeyler olacak” sinyalleri vermeye başladığında, az önce bizi yerimize mıhlayan o arkadaş, kalk gidelim der ve iki eliniz kanda olsa ve etrafta tuvalet dahi olmasa ürik asitten kurtulmanın yollarını buldurur bize.

Soğuk kış günlerinde, “5 dakika daha anne yaaa” diye yalvarmamızın sebebi de kendisidir. Çünkü sıcacık rahat yataktan çıkıp, soğukla yüzleşmek, buz gibi bir suyla yüzünüzü yıkamak, bu arkadaş için tehdit olarak algılanır. Vücudun rahatını bozacaksınızdır çünkü. Gerekli kimyasalları salgılayarak sizi yatakta kalmaya ikna etmeye çalışır. Sırf bu örnekten yola çıkarak acaba kaçımız işine ya da okuluna geç kaldı?

Çok beğendiğiniz bir yönetmen ya da aktörün yeni filmini bekliyorsunuz. Filmin çekildiğini duyduğunuz andan itibaren sabırsızlıkla geçirdiniz günlerinizi, ve nihayet o gün geldi çattı, sinemaya gittiniz ya da DVD’sini aldınız. Film izleme ritüllerini teker teker yerine getirip ekranın karşısında yerinizi aldınız. Ama filmi beğenmediniz. Beklentilerinizin çok altında kaldı. Önceki filmlerini defalarca izlemiş olduğunuz şahıs bu sefer bir çuval inciri berbat etmiş. Salon aydınlandı ya da DVD bitti. Kalktınız ve kaldırıp attınız bir kenara o DVD’yi.

Birkaç gün sonra, bir arkadaşınız gelip size filmden bahsetti ve siz yüzünüzü buruşturdunuz. Birlikte izlemeyi teklif etti, siz ya reddedersiniz ya da işkence çeke çeke tekrar izlemek zorunda kalırsınız. Çünkü sevmediğiniz bir şeyi yapmaktasınız.

Bitmedi… Devamı Edecek…

9 Yorum

  1. musess

    Buraya kadar çok güzel bir yazı şimdi ikinci kısma başlıyorum ;-)

    Cevapla
  2. Toy

    Yazdığınız her şey o kadar doğru ki…
    Çok da güzel anlatmışsınız.Gerçekten beynimiz bu şeklide çalışıyor,hepsini bende yaşıyorum :/
    Yazı için teşekkürler :-)

    Cevapla
  3. ayhan3404

    yazı süper inanılmaz profesyonelce yazılmış ve keyifli ve bir o kadar gerçekci tebrikler eline emeğine sağlık

    Cevapla
  4. sehla

    Çok güzel bi yazı olmuş. Gerçekten benim arkadaş beni engelliyo:). Beni neden koruyorsa artık. Play tuşuna basmak için çok yorgun hissediyorum kendimi. Yazının ikinci bölümünü merak ediyorum…

    Cevapla
  5. umtku

    Hahaha süperdi. . Ben kalkıp play tuşuna basayım benim ki bozuk ama kibrit çöpü sıkıştırdım eskisinden daha sağlam :)) bi şu arkadaşı zorlayayım hormon felan salgılasın:)

    Cevapla
    • Erkan

      En iyi savunma saldiridir :-) patronun kim oldugunu goster ona. Akılli olsun :-)

      Cevapla
      • umtku

        Eve gelirken hiç spor yapasım yoktu git yat diyordu arkadaş. . Siteye bi bakayım dedim yazıyı okudum aha dedim kalk rahatını boz patronun kim olduğunu göster :)

        Cevapla
  6. Selam Erkan (Bay Muhalefet sıfatını bu yazı ile geri aldım)

    Çünkü şu saniye itibariyle yazının geri kalan 2. bölümünü okuyan senin dışında bir ben varım :-) Ve şapka çıkartılacak bir yazı. İkinci bölümdeki tüm önerilerine de katılıyorum. Sadece 2 aylık P90X tecrübesi ile bunların çıkması, inanılmaz…

    P90X-Türkiye’nin kitabı çıktığında, müsadenle bu yazıyı komple kullanmak isteriz.

    Not: Son yazı en yukarıda çıktığından ters-düz okunmasın diye biraz bekletiyorum ama bu güzel yazıya o kadar fazla dayanamayacağım; gün-dönümünde sitede yer alacak.

    Cevapla
    • Erkan

      Yazi sizindir hocam nerede ve nasil kullanmak isterseniz kullanabilirsiniz. Aslinda daha uzun bir yazi olacakti ama mnakasladim hatta size yolladigimda yayinlanacagindan emin degildim cik uzun oldu demistim. Begenmenize sevindim. P90x sizi pisikolog ta yapar :-)

      Cevapla

Yorum Paylaşınız